Çocuklarının yaz tatili bitiyor diye bayram yapmak üzere olan ebeveynler için bayram havasına az kaldı. Çocuğu evde bütün gün nasıl eyleyeceğim mevzusu gerçekten de zor iş.
Çocuk bu, her gün yeniden doğuyor sanki. Her sabah yeni bir merakla uyanıyor, her şeye ilgisi iştahı bitmiyor ve devamlı eğlenmek istiyor.
Peki bu çocuk kime benziyor? Ta – taaam – aynı 10 günlük bayram tatiline salıverilmiş anne babası gibi değil mi?
Hadi itiraf edin, sabırsızca beklediğiniz bir an önce çocuğu okula göndermek gibi, aynı zamanda kendinizi bir an önce yeniden işe göndermek değil mi? Yalnız değilsiniz, öyle ki, tatil dönemlerinde intihar oranlarının yükseldiğini gösteren çalışmalar bile var.
Bir an önce, sıkıcı da olsa, şikayet de etseniz ‘alışıldık’ olduğu için güvenli olan o havasız ofisinize dönmek değil mi içten içe istediğiniz?
İnsan özgür kaldığında nasıl da bocalıyor. Bir süre sonra, bir birey olarak bir şey isteyebileceğimizi, bir şeyin tam bizim istediğimiz gibi olabileceğini, fikir değiştirebileceğimiz, vazgeçebileceğimizi, canımız istedi diye yapabileceğimizi nasıl unutmuşuz. Belli ki kendilik kaslarımız epey zayıflamış bu 9-6 rutininin içinde. Tabii orada hayat rahat; zira ne zaman ne yapacağın, ne giyeceğin, ne konuşacağın, ne kadar çalışacağın, hepsi sana dikte edilir durumda. Öyle ki beyninin operasyonel tarafı hariç diğer kısmını kapıda portmantoya assan kimse fark etmeyecek. Yemek? Yemekhanede ne çıkarsa. Hız? Servisçi nasıl uygun görürse. İş? Onlar nasıl isterse.
Böyle bir düzene alışmış birini 10 gün boş bırakmak yerine onu kaynayan kazana at daha iyi.
Zira ‘şimdi ne istersen yapabilirsin’ denildiğinde insan bir kalı kalıveriyor.
Hani uyurken bacağına veya koluna kramp girer de kesilmiş gibi hissedersin, açmaya çalışınca deli gibi karıncalanır ya. Aynen öyle.
Beynini açmaya çalıştıkça gözlerin karıncalanıyor. Kimdim ben? Ne isterdim? Neyle mutlu olurdum?
İlk bölüm bununla geçiyor. Birkaç gün sonra hakikaten anlıyorsun ki harbiden de özgürsün.
Dağlar ovalar senin ama daha önemlisi, saatler, dakikalar senin. ACELEN YOK! Bu cümle bile Japonca gibi geliyor insana.
Mesela kahve söylüyorsun, biraz gecikiyor ama sinirlenmiyorsun çünkü yetişmeyeceksin. Sadece o anın keyfi için ordasın. Deli derler ayol insana!
Arayanın yok soranın yok. Yani var da, harbiden öz seni arıyorlar. Senin yaptığın işin takibi için değil, senin sesini duymak için. Canlarım ya!
Sabah saat çalmıyor, zaten çalmayınca inadına 5’te uyanıyorsun. Zira içinde halen ölmemiş çocuğun bir parçası son sesiyle ‘Madem bizbizeyiz kalk dibine kadar tadını çıkaralım!’ diyor.
Problem çözmeye o kadar alışmışsın ki, neredeyse problem arıyorsun etrafta. Öyle bir kısırdöngüye tabi olmuşsun ki, sana çözülecek bir problem gelmeyince dünya duruyormuş gibi geliyor.
Tabii bunlar hep birinci bölüm sarhoşlukları.
TATLI HAYAT BAŞLASIN!
Sonraaaa, 2. bölüm geliyor, tatlı hayat! Eğer şanslıysan ve telefonlarından, maillerinden, işle ilgili her şeyinden tamamen kopabildiysen birkaç gün sonra beyninin bir türlü fırlamayan şampanya tıpası fışkırarak fırlıyor. Artık özgürsün!
Kendini hatırlıyorsun, buz çözülür gibi. Neler istediğini ya hatırlıyor, ya buluyorsun. Bir anda, anların tadını çıkarmaya başlıyorsun. Şarkı söylüyorsun, dans ediyorsun, çocuklarla oyun oynuyorsun, doğada aylak aylak yürüyüp derin derin nefes alıyorsun.
Ve Nirvana! Anlıyorsun ki, dünya sen koşturmadığında da dönüyor! Ve anlıyorsun ki, dar zamanında satınalmik orgazmlar için çatır kütür harcadığın paran cebinde dururken de çok daha büyük tatminler yaşayabiliyorsun. Çünkü artık kendini ödüllendirmeye ihtiyacın yok, basbayağı yaşıyorsun! Sen de birisin. Ahmet bey, bilmemkim bey, falanca hanım olmasan ve title’ın 15 kelimeden oluşmasa da, tam olarak sen olduğun için biricik, tek ve gayet yeterli olduğunu hatırlıyorsun. ‘Dünya varmış!’ lafı var ya. O tam da bu işte. Dünya varmış, sen ne zamandır kaçırıyorsun.
Bundan sonrası gerçek hayat. O kadar basit. O kadar sade. O kadar hormonsuz mutluluk dolu. O kadar gdo’dan özüne dönmüş bir sen var aynada. Rahatlıyorsun. Fabrika ayarlarına dönüyorsun. Dönüşüyorsun, özüne döndüğünün sinyallerini hem vücudun, hem ruhundan alıyorsun. Oh ya, iyi ki varsın!
Ha tabi, eğer kendine izin verdiysen, kendini açtıysan, korkmayıp kalıplarından kaçtıysan oluyor bunlar.
Yoksa, her sabah ister istemez su yüzüne çıkan gerçek sen seni bunaltıp korkutuyor ve sen içten içe dua ediyorsun: Tatilim bitse de, kendimden kurtulsam…
Her iki durumda da bu akşam, tam da tatil dönüşü, dönüp kendine, hayatına dürüstçe bakmak için harika bir zaman:
Böyle devam mı, yoksa artık tamam mı?
Taktığın maske sana dar mı, yoksa yerin rahat mı?
Kalbin tatilde mi kaldı, yoksa yarın senle ofise de gelir mi?
Sende hala yaşam belirtisi var mı?
Aldığın maaş çöpe attığın hayata değer mi?
Yoksa çalışmak zaten ibadetindi, dinlenmek iyi mi geldi?
Dümeni döndürecek yer var mı, yoksa ancak köle gibiyken mi severler seni?
Azıcık düşünmeye değer. 10 günün tortusu hepimize vitamin olsun dilerim.
İyi başlangıçlar!